Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Kapalı
12°
Ara

Erol'un ölümü işçi sınıfının suskun çığlığı!

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Erol'un ölümü işçi  sınıfının suskun çığlığı!

13 Mayıs 2014’te Soma madeninde 301 madenci kıyıma uğramıştı. Ecelsiz gidenleri 11. Yılında insanlık vicdanın kapanmayan yarası olarak hüzünle anıyoruz. Elbette bu tür kitlesel işçi kıyımları yeni değildi. Son yıllarda bin beş yüz ile iki bin arasında işçi, çalışma sırasında hayatını kaybediyor. Soma’daki kıyımda; protestoların ardından zamanın Başbakanlık müşaviri olduğu söylenen bir şahsın, protestoculardan birini özel harekât polisleri yere yatırmışken tekmelemesi ise unutulmayan kötülüklerden biri olarak hafızalara kazındı. 

Hiç yabancı olmadığımız bu tür sermaye, siyaset, bürokrasi ve güvenlik zorbaları her düzeyde ortaya çıkıyordu. işçi sınıfı emek sömürüsüne ek olarak ölüm, işkence ve zulümle karşı karşıya kalıyordu. Geçtiğimiz günlerde bunlara bir yenisi daha eklendi. 

Erol Eğrek’in ölümü! 

Basından öğrendik. Öfkemizi içimize akıtarak izledik. Ama sadece vicdanımız sızlamadı. Büyük bir ders bıraktı. Elektrik teknisyeni, yirmi yılın ustasıydı. Çalık Holding’in Türkmenistan’daki fabrikasında yıllarca çalıştığını yazdı gazeteler. Gece gündüz demeden, makineler susmasın diye ter döktü. İşten atıldığında yıl 2009’du. Tazminat hakkı vardı, ama patrona göre “bir hiçti.” 
Mahkeme yoluna başvurdu, kazandı. Ama kazandığı sadece bir kâğıt parçasıydı. Çünkü adalet, işçi, mazlum, yalnız ve kimsesiz olanlar için sadece bir kâğıt parçasına dönüşürdü.Eskilerin deyimiyle “sıradandı.” Uygulanmayan bir kararlar… 
Beş yıl boyunca icra memurlarıyla kapı kapı dolaştı. Çalık Holding’in Şişli’deki o devasa binasına her geldiğinde, “Yetkili yok,” dendi. Büyük bir travmanın girdabında çırpınırken ya teslim olacak ya da radikal bir eylemle sesini duyuracaktı. En sonunda, 2025’in bahar sabahın, tek başına geldi yine. Elinde bir karton, üstünde şu yazılıydı: 

Sadece hakkımı istiyorum

Diğer elinde bir silah vardı. Kendi başına dayadı. Reyting dünyasinda bu tür tepkilerde kendisinin fark edileceği gibi yanlış bir duygula kapılmış olmalıydı. bir Ne bir sendika temsilcisi vardı yanında, ne de bir dayanışma ağı. Sadece o vardı. O ve holdingin özel güvenlikleri. On kişiydiler. Silahı elinden aldılar. Sonra yumruklar indi, dizler göğsüne bastı, kemikler kırıldı. Kalbi durdu. 
Basın “kalp krizi geçirdi” diye yazdı. Ama aslında o gün, sermayenin yumruğuyla kalbi parçalanmıştı. Cenazesinde üç beş kişi vardı. Bir sendika açıklama yaptı, “üzgünüz” dedi. Bazı sosyal medya hesaplarında bir karikatür yayıldı. Patron güvenlikçilere bağırıyordu: 

 

-Tazminatını istediği için dövdüğünüz işçi ölmüş ha? 
-İyi! Bu da size ders olsun! İleride işten atılırsanız sakın tazminat istemeyin benden! 

İşçiler bu karikatürü gördüler mi? Görenler ne düşündü?. Düşünmek makbul sayılmazdı bu sistemde. Kimileri iç mi geçirdi. Ama çoğu geçip gitti öylesiye. Ateş düştüğü yakardı sonuçta. Bu gün onu yakan ateşin bir gün dönüp kendini yakacağını bilsede, bilmesde.. Sonuç: Eğer örgütlü değilsen, yalnız ölürsün. Erol’un ölümünün ardından birkaç protesto düzenlendi. Bazı işçiler ve sendika temsilcileri holding binasının önünde kısa süreli eylem yaptılar. Ama bu öfke, suya atılan taş gibi dağıldı. Çünkü Erol’un işyerinde bir işçi komitesi hiç olmamıştı. Dayanışma ağı kurulamamıştı. Sendika, yıllar önce kapıdan kovulmuştu. İşten atılma korkusuyla işçilerin her biri bir köşeye sinmişti: İşsizlik ve açlık örgütlenme hakkının önüne geçen uygulamalara mahkumdular. 

Türkiye’de milyonlarca işçi var ama çok azı “işçi sınıfı.”ünvanı taşıyordu. Çünkü sınıf olmak, aynı vardiyada terlemekle değil, aynı yolda yürümekle başlar. Erol tek başınaydı. Bu yüzden yenildi. Bir toplumda demokrasi yalnızca sandıkla değil, üretim alanlarında kurulur. Bir ülkede işçiler korkuyorsa, patronlar kanun yerine kendi sopasını kullanıyorsa, adalet sadece bir vitrindir. 

Tarih boyunca, özellikle endüstri çağından yapay zekâya yelken açıldığı günümüze kadar, üretimin kalbi ve yaşam damarları, işçi sınıfının kolektif emeğinden, alın terinden, göz nurundan doğarak yaratıldı. Dünyayı her gün yeniden yarına hazırlayanların adıydı. 

Tam da bu nedenle kendi gerçekliğinden bihaber, örgütsüz, sınıf çıkarlarına göre politize olmamış milyonlarca işçi, üretimin çarkları arasında işçi adında kalabalıkları oluşturuluyorlardı. Sermaye karşısında sadece ücretli bir köledir. Kanıksanmış kölelikte bireysel başkaldırı, kendi sınıfından bir başka ücretli köle tarafından patron adına linç edilmekten sakınca görülmez. 

Erol’un ölümü bize şunu hatırlatıyor: Bireysel cesaret, örgütsüz bir toplumda kolayca ezilir. 

Gerçek güç, milyonların örgütlü bir “biz” olmasında saklıdır. Yani ne kadar örgütlüysen, o kadar güçlüsündür. İşte o zaman bir işçinin tazminatı, sadece hak değil, bir sınıfın iradesi olur. Ve işte o zaman patron, rezidansların yüksek katlarında şişirilmiş egolarıyla karikatürlerde bile güç gösterisi değil, sanık sandalyesinde oturur. 

 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *