
Susalım, Atatürk konuşuyor (3)

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, çağlar öncesinden seslenmeye devam ediyor:
“Vatan mutlaka selamet bulacak, millet mutlaka mesut olacaktır. Çünkü kendi selametini, kendi saadetini memleketin ve milletin selamet ve saadeti için feda edebilen vatan evlatları çoktur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, milletin hayat ve istiklaline suikast eden emperyalist ve kapitalist düşmanların saldırılarına karşı müdafaa ve bu maksada aykırı hareket edenleri yola getirmek azmiyle kurulmuş bir orduya sahiptir. Emir ve kumanda salahiyeti Büyük Millet Meclisinin manevi şahsiyetindedir.
Burada, büyük bir tarihin içindeki ibret verici gezintimizi sona erdiriyoruz. Beynimiz ve kalbimiz, yakın geçmişin bu muhteşem ve yüksek örneği karşısında saygı ve hayranlıkla doludur. Tarihte her zaman özgür ve bağımsız yaşamış bir milletin, dıştan ve daha çok içten gelen yıkıcı darbelerle boğaz boğaza çarpışarak, büyük bir düşmanlık âlemini yenen bu meclisin kudreti karşısında diz çökelim.
Efendiler, zavallı milletimizi tutsak etmek isteyen düşmanları yüzde yüz yeneceğimize olan inan ve güvenim bir dakika olsun sarsılmamıştır. Bu dakikada, bu tam inancımı, yüksek kurulunuza karşı, bütün millete karşı ve bütün dünyaya karşı ilan ederim.
Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın, her karış toprağı vatandaşın kanı ile ıslanmadıkça düşmana bırakılamaz. Onun için küçük, büyük her birlik, bulunduğu mevziden atılabilir ama küçük, büyük her birlik, ilk durabildiği noktada, yeniden düşmana karşı cephe kurup savaşmaya devam eder. Yanındaki birliğin çekilmek zorunda olduğunu gören birlikler, ona bağlı olamaz. Bulunduğu mevzide sonuna kadar direnip dayanmak zorundadır. İşte ordumuzun her bireyi, bu kurala uyarak, her adımda en büyük özveriyi göstererek, düşmanın üstün kuvvetlerini yok ederek, yıpratarak, sonunda onu, saldırısını sürdürmek yetenek ve gücünden yoksun bir duruma getirdi.
Osmanlılar, göze aldıkları savaşın genişliğiyle orantılı olarak hazırlıklı ve tedbirli davranmadıkları için, daha çok duygu ve hırslarının etkisi altında davrandıklarından, Viyana’ya kadar gittikleri halde, çekilmek zorunda kalmışlardır. Ondan sonra, Budapeşte’de de durmadılar, çekildiler, Belgrat’ta da yenildiler ve çekilmeye zorlandılar. Balkanları elden çıkardılar. Rumeli’den çıkartıldılar. Bize, içinde hâlâ düşman bulunan bu vatanı, miras bıraktılar. Bu son vatan parçasını kurtarırken olsun hırslarımızdan, duygularımızdan vazgeçerek akıllıca davranalım. Kurtuluş için… Bağımsızlık için önünde sonunda düşmanla bütün varlığımızla vuruşarak onu yenmekten başka karar ve çare yoktur ve olamaz.
En büyük vazifemiz siyaset yapmak değil, bizim ve bütün memleket ve milletin bugün biricik görevi, topraklarımızda bulunan düşmanı süngülerimizle püskürtmektir. Bunu yapamadıkça, siyaset anlamsız bir sözden ibaret kalır.
Efendiler! Yeryüzündeki uzak görüşlü devlet adamları için her zaman göz önünde tutulması gereken bir gerçek vardır: Fikirler zorla ve şiddetle, top ve tüfekle asla öldürülemez. Hassas bir millete karşı uygulanan zalimane muamelelerin, onu, daha ziyade güçlendirdiği denenmiştir. Hürriyet ve bağımsızlık aşkı ile coşan ve kabaran bir milletin ne harikalar yaratabileceğini Fransız Büyük Devrimi bundan yüz otuz yıl önce pek güzel ispat etmiştir. İzmir’in işgali üzerine aynı heyecan ile çarpan kalplerden oluşan millî ordumuzun neler yapabileceğini kolaylıkla tahmin edebilirler.
İnsanları mesut edecek yegâne vasıta, onları birbirlerine yaklaştırarak, onlara birbirlerini sevdirerek, karşılıklı maddi ve manevi ihtiyaçlarını temine yarayan hareket ve enerjidir.
Şimdiye kadar milletimizin başına gelen bütün felaketler kendi talih ve geleceklerini başka birisinin eline terk etmesinden kaynaklanmıştır. Bu kadar acı tecrübeler geçiren milletin bundan sonra egemenliğini bir kişiye vermesi kesinlikle mümkün olmayacaktır.”