
Modern dünyada efendi-köle ilişkisi: Görünmez zincirler

Toplumun her alanında, geçmişin "efendi-köle" ilişkisinin modernize edilmiş hâlini görmemiz mümkün. Ekonomiden siyasete, iş hayatından sosyal yaşama kadar, bu ilişkinin farklı görünümlerine şahit oluyoruz. Hegel’in “efendi-köle” diyalektiği, günümüzde yalnızca bireyler arasında değil, sınıflar, ülkeler ve sistemler arasında da karşımıza çıkıyor. Hegel’in dediği gibi bu ilişki, kölenin kendi durumunun farkına varması ve bilinçlenmesiyle değişebilir. Ancak modern dünyanın koşulları, bu farkındalığın oluşmasını zorlaştıran bir düzen inşa etmiş durumda.
Bugün "efendi-köle" ilişkisini, sermaye sahipleri ve işçi sınıfı arasında görmek mümkün. Çokuluslu şirketlerin dünya genelindeki etkisi, çalışanları adeta birer modern köleye dönüştürmüş durumda. Örneğin, teknoloji devlerinin üretim yaptığı ülkelerde düşük ücretlerle çalıştırılan işçiler, bu çarpık düzenin en net örneklerinden biri. Bir tarafta, milyar dolarlık şirketlerin sahipleri uzay seyahatine çıkarken, diğer tarafta bu serveti inşa eden işçiler temel haklar için mücadele ediyor. Apple’ın ya da Amazon’un fabrikalarındaki çalışma koşulları ve sendikal hak talepleri, bu ilişkinin modern dünyadaki yansımalarından sadece birkaçı.
Bir diğer örnek, küresel ekonomi ve borç ilişkisi üzerinden karşımıza çıkıyor. Gelişmiş ülkeler ve uluslararası finans kurumları, gelişmekte olan ülkelere verdikleri krediler ve dayattıkları ekonomik politikalarla adeta modern bir "efendi" rolünü üstleniyor. IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşların, yoksul ülkeleri borçlandırarak bağımlı hâle getirdiği bu sistemde, özgürlük kavramı yalnızca bir hayalden ibaret.
Siyasette ise "yöneten ve yönetilen" ilişkisi, çoğu zaman demokrasinin sınırlarını zorlar bir hâlde. Seçimler, halkın iradesini yansıtan mekanizmalar olmaktan çıkıp, güç sahiplerinin halkı manipüle ettiği bir araç hâline gelebiliyor. Bilgi çağında, medya kontrolü ve algoritmalar üzerinden insanlar yönlendirilerek, bilinçlenmeleri yerine daha da edilgen hâle getiriliyor.
Günlük yaşamda da bu ilişkiyi, tüketim kültürü üzerinden gözlemleyebiliriz. Kapitalist sistem, bireyleri sürekli tüketmeye ve sahip olduklarıyla değer kazanmaya zorlayarak, onları adeta "modern köleler" hâline getiriyor. İnsanlar, sürekli çalışıp daha fazla kazanmaya, daha çok tüketmeye mecbur bırakılıyor. Bu durum, büyük bir toplumsal yanılsama oluşturuyor: Özgürlük için çalıştığını zanneden birey, aslında kendisini bu sistemin dişlisine daha da sıkı bağlayan bir döngüye hapsoluyor.
Ancak bu ilişkinin değişmesi, her zaman mümkün. Günümüzde bilinçlenme araçları eskisine göre çok daha yaygın. Bilgiye erişimin kolaylaştığı bu çağda, bireyler ve topluluklar, haklarını öğrenip mücadele etme cesareti gösterebilirler. Kadın hareketleri, çevre aktivistleri, işçi sendikaları ve insan hakları savunucuları, modern "köleliğe" karşı direnişin en önemli örnekleridir. Genç aktivistlerin çevre için verdiği mücadele ya da Hindistan’daki kadın işçilerin eşit ücret talebiyle başlattıkları hareketler, bu zincirlerin kırılabileceğine dair umut veriyor.
Efendi-köle ilişkisinin biçim değiştirmiş versiyonlarını sorgulamak, farkına varmak ve değiştirmek her bir bireyin sorumluluğudur. Özgürlük, yalnızca fiziksel zincirlerden değil, zihinsel ve sistematik bağımlılıklardan kurtulmakla mümkündür. Değişim, farkındalığın eyleme dönüştüğü yerde başlar. Ve o değişim, bugünün "kölelerinin" kendi güçlerini fark etmesiyle gelecektir.