Bir filmin gölgesinde: Ahlak, onur ve kefaret
İyilik… İnsanlığın en eski, en incelikli ve en tartışmalı kavramlarından biri.
Peki iyilik dediğimiz şey karşılık beklenmeden yapılan bir erdem midir, yoksa toplumun, kültürün, dinin ve mahalle baskısının bizden talep ettiği bir davranış biçimi mi? İnsan iyiliği kendi tabiatına yakıştırdığı için mi yapar, yoksa görünmeyen bir gözün, “el âlem ne der?” kaygısının izinde mi?
Bu soruların her biri, insanın hem bireysel hem toplumsal alanda kendini nereye yerleştirdiğini bize anlatır. Cemil Meriç’in “İyilik, karşılığında mükafat bekleyen tefecidir” sözü, iyilik perdesi arkasında gizlenen çıkar ihtimallerini, insanın en saf görünen davranışlarının bile kimi zaman gölgeler taşıdığını hatırlatır.
Tam da bu noktada Asgar Farhadi’nin Kahraman filmi, iyiliğin görünmeyen yüzünü, onurun nasıl inceldiğini ve kefaretin nasıl bir arayışa dönüştüğünü çarpıcı bir biçimde masaya yatırıyor.
Kahraman, izleyiciyi rahatsız edecek kadar “gerçek” bir soruyla baş başa bırakır:
Bir iyilik, duyulması için yapılırsa hâlâ iyilik midir?
Borcunu ödeyemediği için cezaevine düşen Rahim’in, kız arkadaşı tarafından bulunan altın çantayı sahibine teslim etmesi, ilk bakışta erdemli bir davranıştır. Fakat Rahim, borcunu kapatamayacağı için bu durumu medyanın ve toplumun iyilik anlayışının sunduğu fırsatlarla bir çıkış yoluna dönüştürmeye çalışır. Böylece iyilik, kendi içsel anlamından çıkar; toplumun gözüyle değerlendirilen bir gösteriye dönüşür.
Toplum da bu davranışı hızla “kahramanlık” olarak etiketler. Fakat film, tam da burada insani ahlakın kırılganlığını gösterir. Çünkü Rahim’in iyiliği, toplumsal bir alkışa dönüştüğü anda ahlaki safiyeti tartışmaya açılır. İyilik toplumun gözünde parladıkça, o iyiliğin içsel bağlamı bulanıklaşır.
Ahlakın kırılma noktası tam buradadır:
Toplumun neyi iyi, neyi kötü saydığı, bireyin gerçek niyetinin önüne geçer.
Farhadi, filmin merkezine aslında bir ekonomik eleştiri yerleştirir.
Rahim’in yaşadığı fakirlik, sadece maddi değil; aynı zamanda onur kırıcıdır.
Borç yüzünden hapse düşmek, boşanmak, hapiste olmasına rağmen küçük çocuğuna bakmak...
Hepsi, yoksulluğun bir insanın omzuna yüklediği görünmez yüklerdir.
Film burada önemli bir gerçeği hatırlatır:
Yoksulluk sadece cebimizdeki eksiklik değildir; insanın onurundan eksiltir.
Rahim çıkış yolu aradıkça, toplumun bakışı daha keskin, daha yargılayıcı hâle gelir. İyilik yaptığında alkışlayan sosyal çevre, işin içine şüphe girince bir anda sırtını döner. Çünkü toplum, kahraman yaratmayı sevdiği kadar kahramanı linç etmeyi de sever.
Farhadi’nin sineması, karakterleri aklamak ya da mahkûm etmekten çok, onların sancılarını anlamayı tercih eder. Kahraman da tam olarak böyle bir film: Rahim’in kendi hikâyesiyle yüzleştiği, her adımda kefaret aradığı, ama bir türlü arzu ettiği berraklığa ulaşamadığı bir yolculuk…
Kefaret, bazen insanın başkalarından değil, kendi vicdanından almak istediği bir affediştir.
Rahim’in yaşadığı çaresizlik, “iyi” olmak ile “iyi görünmek” arasındaki uçurumda büyür. Çünkü hayatın gerçek yüzünde iyilik çoğu zaman perde arkasında kalır; toplum ise sadece sahnenin önünü görmek ister.
Farhadi’nin mesajı açıktır:
İnsanın niyeti görünmez, ama bedeli görünür.
Kahraman, sadece bir adamın hikâyesi değildir; bizim hikâyemizdir.
Ekonomik adaletsizliklerin, toplumsal baskıların, aile yapısındaki kırılmaların ve sosyal medyadan kamusal alana taşan hızlı yargı kültürünün bir aynasıdır.
İyilik, ahlak, onur ve kefaret…
Bunların hiçbiri bugün sadece bireysel kavramlar değildir.
Her birinin bir toplumsal karşılığı, bir ekonomik zemini ve bir kültürel dokusu vardır.
Farhadi bu noktada bize en zor soruyu yöneltir:
“Gerçek kahraman kimdir?”
İyiliği duyulsun diye yapan mı?
İyiliği görünmesin diye yapan mı?
Yoksa iyiliğin bile yetmediği bir dünyada hayatta kalmaya çalışan mı?