Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Parçalı bulutlu
10°
Ara

İddianame üzerine... 

YAYINLAMA:
İddianame üzerine... 

Türkiye’de yargı ile siyaset sık sık aynı cümlenin içinde yer alıyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında açıklanan iddianame de bu yüzden yalnızca hukuki bir gelişme değil; aynı zamanda toplumun geniş kesimleri tarafından dikkatle izlenen bir siyasi sınav niteliğinde.

Bu yazıda ne savunan ne suçlayan, yalnızca ortaya çıkan tabloyu anlamlandırmaya çalışan bir gözle bakmayı amaçlıyorum.

İddianamenin ağırlığı...

İddianamenin hacmi, kapsamı ve öne sürülen suçlamalar, başından itibaren konuyu gündemin en üst sıralarına taşıdı. Dosyada çok sayıda şüphelinin yer alması, çok farklı suçlamaların bir arada bulunması ve ceza taleplerinin yüksek oluşu, savcılığın iddialarının ciddi olduğu izlenimini veriyor.

Bütün bunlar, hukuki açıdan temel soruyu gündeme getiriyor: Bu süreç yalnızca mevcut delillerin bir yargılamaya dönüşmesi mi, yoksa delillerin siyaset üstü bir zeminde tartışılması gereken bir adalet testi mi?

Siyasetin gölgesi...

Türkiye’de büyük şehir belediyeleri, özellikle İstanbul, her dönem siyaset için stratejik bir merkez oldu. Bu nedenle bir belediye başkanının yargılanması, toplumun bir kısmı tarafından ister istemez siyasi bir adım olarak algılanıyor.

Diğer tarafta ise şu görüş var: Eğer ortada ciddi suçlamalar varsa, kim olursa olsun, görevdeki bir siyasi aktörün dokunulmaz olmaması gerekir. Her iki bakış açısı da kendince rasyonel. İşte bu iki yaklaşım arasındaki gerilim, Türkiye’de benzer davaların neden büyük toplumsal kırılmalar yarattığını da açıklıyor.

Tepkilerin çeşitliliği...

Bu davanın toplumda hızla iki kutba ayrılan etkisi oldu: Bir grup, iddianameyi siyasi baskı olarak yorumluyor ve sürecin yalnızca bir siyasi denge hesaplaşması olduğunu düşünüyor. Diğer grup, iddiaların boyutunun ciddiyetine dikkat çekerek, sürecin normalleşmiş bir yargı işleyişi olduğuna inanıyor. Bu iki görüşün keskinleşmesi, Türkiye’de adalet sistemine duyulan güvenin ortak zeminde buluşmasını da zorlaştırıyor.

Uluslararası yansımalar...

Konu, Türkiye sınırlarını aşan bir ilgi görüyor. Uluslararası basında yer alan haberlerin ortak noktası şu: Olay, yalnızca bir yolsuzluk soruşturması olarak değil, Türkiye’nin hukuk devleti tartışmalarının bir parçası olarak değerlendiriliyor. Dış basın, özellikle iddianamenin zamanlaması ve kapsamı üzerine soru işaretleri taşıyan bir bakış açısına sahip. Fakat bu bakış açısı da, tıpkı içerideki tartışmalar gibi tek yönlü değil; süreci hukuki açıdan değerlendiren uzmanlar da bulunuyor.

Asıl soru: Bu süreç bize ne anlatıyor?


İddianamenin sonucunun ne olacağından ziyade, bu süreç birkaç önemli gerçekliği ortaya koyuyor:

1. Türkiye’de yargı süreçleri toplumun geniş kesimleri tarafından siyasi gözlükle okunuyor.

2. Siyaset ve hukuk arasındaki mesafenin algısal olarak daralması, her iki alana duyulan güveni etkiliyor.

3. Büyük şehir yönetiminin Türkiye siyasetindeki ağırlığı, hukuki süreçleri bile siyasi tartışmanın merkezine yerleştiriyor.

4. Bu davanın sonucundan bağımsız olarak, Türkiye’nin demokrasi ve adalet algısı yeniden sınanıyor.

5. Belediyeler içerisinde ciddi derecede yolsuzlukların öne çıkması, vatandaşta artık " Bal Tutan Parmağını Yalar" sözünün sık sık dile gelmesine sebep oluyor. 

Yani işin özü...

İmamoğlu'nun önümüzdeki seçimlere kadar cezaevinden çıkmasının mümkün olmadığı konusunda artik herkes kesin gözüyle yorum yapar hale geldi. Hepsini birlikte süreci izlemekten başka bir yol görünmüyor desek yeridir... 


 


 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *