
Yoksulluk ve suç: Bir kısır döngünün anatomisi

Sanayi Devrimi ile birlikte değişen üretim biçimleri yalnızca fabrikaları ve makineleri değil, toplumların kaderini de değiştirdi. Giyimden kuşama, barınmadan şehirlerin inşasına kadar üretim, insan hayatını şekillendiren en büyük güç haline geldi. Kapitalizm bu süreci hızlandırdı; tüketim alışkanlıklarımızı, yaşam biçimimizi ve hatta yönetim anlayışlarını köklü biçimde dönüştürdü. Ancak üretimin büyümesi ve sermayenin artışı, her zaman toplumun her kesimine eşit yansımadı. Gelir eşitsizliği büyüdükçe, yoksulluk derinleştikçe, suça eğilim de artış gösterdi.
Bugün elimizdeki veriler, yoksulluk ve suç arasındaki pozitif ilişkiyi tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Dünya Bankası’nın 2023 verilerine göre, Latin Amerika ülkelerinde –özellikle Brezilya ve Meksika’da– gelir dağılımındaki eşitsizlikle birlikte suç oranları, OECD ortalamasının yaklaşık iki katına çıkmış durumda. Brezilya’da yoksul bölgelerde yaşayan gençlerin suça karışma oranı %28 iken, gelir düzeyi yüksek bölgelerde bu oran %7’ye düşüyor. ABD’de de benzer bir tablo var: FBI suç istatistikleri, yıllık hane gelirinin 25 bin doların altında olduğu bölgelerde şiddet suçlarının oranının, ulusal ortalamanın 3 katı daha yüksek olduğunu gösteriyor.
Peki Türkiye’de durum farklı mı? Maalesef hayır. Adalet Bakanlığı’nın 2023 verileri, hırsızlık ve mala karşı işlenen suçlarda en yoğun vaka sayısının işsizlik ve düşük gelir seviyesinin yüksek olduğu bölgelerde toplandığını gösteriyor. Örneğin, İstanbul’un Esenyurt ilçesi, nüfus yoğunluğu ve göç alan yapısıyla birlikte suç istatistiklerinde sürekli ilk sıralarda yer alıyor. Yalnızca 2022 yılında Esenyurt’ta kaydedilen mala karşı işlenen suçlar, İstanbul’un toplam suçlarının yaklaşık %12’sini oluşturdu. Yoksulluğun ve işsizliğin belirgin olduğu bu bölgelerde, gençlerin suça sürüklenme oranı dikkat çekici biçimde yüksek.
Aynı tabloyu Ankara’da Altındağ ve İzmir’de Kadifekale semtlerinde de görüyoruz. Sosyo-ekonomik olarak geri kalmış bu mahallelerde, uyuşturucu madde kullanımı ve küçük çaplı hırsızlık vakaları, orta ve üst gelirli semtlere kıyasla iki kat daha fazla kaydediliyor. TÜİK’in 2022 gelir dağılımı raporu da tabloyu destekliyor: Türkiye’de en zengin %20, toplam gelirin %48’ine sahipken, en yoksul %20 yalnızca %6,1’ini alabiliyor. Bu uçurum, toplumsal barışı da tehdit eden bir zemine dönüşüyor.
Buradan çıkarılacak sonuç açık: Yoksulluk, yalnızca bir ekonomik sorun değil, aynı zamanda bir güvenlik sorunudur. Gelir adaletsizliği büyüdükçe, gençlerin “suç”u bir çıkış kapısı olarak görmesi kaçınılmaz hale geliyor. Çözüm ise polisiye tedbirlerde değil, üretim ve istihdam politikalarında yatıyor. İşsiz gençlere fırsat sunmayan bir sistem, onları ya işsizlik ya da suç sarmalına mahkûm ediyor.
Dünya örnekleri de bunu doğruluyor. İsveç, düşük suç oranlarını yalnızca güçlü polis teşkilatına değil, aynı zamanda eğitim ve sosyal refah politikalarına borçlu. Her bireye ücretsiz eğitim, istihdam garantili mesleki kurslar ve sosyal yardımlar sunan bu model, suça yönelimi ciddi şekilde azaltıyor. Latin Amerika’nın tersine, sosyal politikaların güçlü olduğu Kuzey Avrupa ülkelerinde suç oranları düşük, toplumsal huzur ise yüksek.
Türkiye’nin de bu noktada yapması gereken belli: Yoksulluğu azaltmaya odaklı sosyal devlet politikalarını güçlendirmek. İşsizliğe çözüm bulmak, gençlere meslek edindirmek, gelir eşitsizliğini azaltmak… Çünkü unutmayalım ki, suç ile yoksulluk arasındaki bağ tesadüf değil, toplumsal düzenin bir sonucu.
Kısacası, yoksulluğu azaltmadan suçla mücadele etmek, suları boşaltmadan bataklığı kurutmaya çalışmaya benziyor. Asıl mesele, adil bir gelir dağılımı ve fırsat eşitliği oluşturmaktan geçiyor.