Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Az bulutlu
20°
Ara

Balkanlar'da yedi gün

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Balkanlar'da yedi gün

Geçtiğimiz hafta dört Balkan ülkesini kapsayan yedi günlük bir yolculuğa çıktım. Priştine’den başlayıp Ohri, İşkodra, Durrës, Budva ve Kotor üzerinden yeniden Priştine’ye dönülen bir daire çizdik. Bu yolculuk, hem tarihin hem de coğrafyanın sunduğu farklı yüzleri bir arada görme imkânı sundu.

Eşim Neşe, Damga Çatalca Temsilcisi Bahadır Sügür ve bu geziyi borçlu olduğumuz Asuman Sügür ile birlikte dört kişilik ekiptik.
Sabahın erken saatlerinde Kosova’nın başkenti Priştine’ye indik.
Hava alanından araç kiralayarak bizi bekleyen 2 bin km yola koyulduk.
Dördümüz de enerjiktik.
Ancak daha önceden kampanyadan uçak biletlerini alan Asuman’ın elinde bir liste vardı, sayfalarca dolu listeye bakmak bile benim gözümü korkuttu.
Neyse yola koyulduk ama ben nasıl olsa Asuman yorulur birçok yere gitmek istemez diye fazla tedirgin olmadım.
Zira ben de en az Asuman kadar gezilerde ve turlarda yerinde durmayan birisiyimdir.

Piriştine bir yandan Osmanlı’dan kalma yapılarıyla geçmişi hatırlatırken, diğer yandan genç nüfusun enerjisiyle geleceğe koşuyordu. Küçük kafelerde içilen kahveler ve sokaklardaki hareketlilik, Balkanların sıcak ruhunu daha ilk andan hissettirdi.

İskender Bey Heykeli.
Gracanica Manastırı.
Kosova Ulusal Müzesi.
Aziz Rahibe Teresa Katedrali.
Fatih Sultan Mehmet Camii.
Saat Kulesi.
Zahir Pajaziti Meydanı.
Aziz Nikola Ortodoks Kilisesi.
Şar Dağları Milli Parkı
Drina Şelalesi Piriştina’da gezdiğimiz yerlerden bazılarıydı.

Üsküp İskender’e aşık

İkinci durağımız Makedonya’nın başkenti Üsküp’tü. Üsküp’te beni en çok heykeller şaşırttı.
Üksüp meydanında devasa Büyük İskender heykelleri vardı.
Bilindiği üzere Büyük İskender Mekedonlar ve Yunanlılar arasında paylaşılamıyor.
Yunanlar; ‘o bizim Aleksandros’umuzdur. Yunan Antik Makedonya Krallığı'nın MÖ 336–323 yılları arasındaki kralıdır.’ derler.
Mekedonlar ise o bizim Zülkarneyn'imizdir derler.
Bu yüzden bu devasa meydana ‘Atçı Meydanı’ adını vermişler.

Zülkarneyn İslam dininin kutsal kitabı Kur'an'ın Kehf Suresi'nde geçen bir kişi. Peygamber olup olmadığı ise hala bir tartışma konusu. Hangi çağda yaşadığı ise kesin olarak bilinmiyor.  Başında savaşlarda kullandığı çift boynuzlu kaskdan dolayı Zülkarneyn yani çift boynuzlu olarak adlandırılmış. Buraya kadar olan kısım Büyük İskender ile uyumlu ki zaten Kur'an yorumcusu Zülkarneyn’in İskender olduğu sonucuna ulaşıyor. Ancak hikâyenin diğer parçaları başka coğrafyalardan derlenmiş unsurlardan oluşuyor. Ama henüz açıklanamayan kafa karıştırıcı birkaç sorunun daha cevap bulması gerekiyor. Kur'an'ın Kehf Suresi'nin Orhun Yazıtları ile olan birebir benzerliğine dayanarak Zülkarneyn'in Bilge Kağan veya antik çağda yaşamış bir başka Türk komutan veya Oğuz Han olduğunu da iddia edenler de var. Bâzı modernist yorumcular ise onun gezegenler arası seyahat yapabilen bir zaman yolcusu olduğunu savunurlar. Ama tam ve kesin olarak Büyük İskender Zülkayneyn'dir diyemeyiz.

Ohri Gölü sessiz ve temizdi

Aynı gün bir başka durağımız Ohri oldu. Ohri Gölü kıyısında geçirdiğimiz akşam, yolculuğun en huzurlu anlarından biriydi. Tarihi kiliseler, taş evler ve gölün dinginliği bize Balkanların mistik tarafını gösterdi. Özellikle gün batımında gölün üzerinde beliren renkler, hafızama kazındı.

Mekedonlar genellikle kendi dillerini kullanırlar ama bu gezdiğimiz dört ülkede de sık sık Türkçe konuşana ve Müslümana rastlıyorsunuz.

İşkodra: Dağların eteklerinde

Arnavutluk’a geçtiğimizde ilk durak İşkodra’ydı. Rozafa Kalesi’nden şehre bakarken hem dağların sert yüzünü hem de gölün dinginliğini aynı anda görmek mümkündü. Şehirdeki dar sokaklar ve tarihi atmosfer, Arnavutluk’un köklü geçmişini hissettirdi.

Durrës: Adriyatik kıyısında bir liman

Sonraki durağımız Durrës oldu. Burası Arnavutluk’un denize açılan kapısı, Adriyatik kıyısında canlı bir liman kenti. Antik amfitiyatro kalıntıları, sahildeki uzun yürüyüş yolları ve balık restoranları, Durrës’i unutulmaz kıldı. Burada deniz kokusuyla karışan tarih, şehrin her köşesinde hissediliyordu.
Arnavutluk’ta Tiran şehri havadan görünümü, İskender Bey Meydanı, Mavi Göz, Büyük Tiran Parkı gezdiğimiz yerlerden bazılarıydı.

Budva: Eğlencenin ve denizin şehri

Karadağ’a geçtiğimizde ilk durağımız Budva’ydı. Sahil boyunca uzanan plajlar, eski şehir surları ve canlı gece hayatı ile Budva, Akdeniz’in Balkanlardaki yüzünü gösterdi. Taş sokaklarında dolaşırken hem tarihi dokuyu hem de modern turizmin dinamizmini hissettik.

Kotor: Adriyatik’in mücevheri

Budva’dan sonra vardığımız Kotor, gezi boyunca gördüğümüz en etkileyici manzaraları sundu. Kotor Körfezi, dağların arasında saklı bir inci gibiydi. Ortaçağ’dan kalma surların arasında dolaşırken, bir yandan tarihin derinliğini hissettik, diğer yandan körfezin manzarasına hayran kaldık. Karadağ’da; Porto Montenegro, Kanlı Kula Kalesi, Mirista Plajı, Kotor Kalesi, Jaz Plajı, Becici Plajı, Mogren Kalesi ve Plajı, Mamula Adası gezdiğimiz yerlerden bazılarıydı.

SON GÜN 10 SAAT YOLCULUK

Yedi günün sonunda yeniden yaklaşık 10 saatlik orman yolculuğu ile Priştine’ye döndük. Yolculuk başladığı yerde son bulsa da geride kalan izlenimler, farklı kültürlerin, dillerin ve coğrafyaların iç içe geçtiği bir mozaik oluşturdu. Bu gezi, bana Balkanların yalnızca bir bölge değil, geçmişle bugünün yan yana yaşadığı bir dünya olduğunu hatırlattı.

Adamlar sadece ve sadece insan gibi yaşamaya programlanmışlar.

Bizim gibi önceden gezenlerin tecrübelerinden istifade edin.
Evet araç kiralayarak gezmek avantajlı ama aynı zamanda da çok riskli.
Gezdiğimiz bütün kentlerde park sorunu vardı.
Dört defa park cezası yedik.
Budva’da sabah kalktık aracımız çekilmiş. Kısa bir panikten sonra araca kavuştuk ama 155 Avro ceza ödedik.
Dures’te bir yol kenarında otopark ücreti alındığını bilmiyorduk. Araca geri geldim tekerlekleri kilitlemişler.
Park ücreti ödemeden gidemezsin diye.
Fiyatlardan bahsedeyim.
Önceden ötel rezervasyonu yapmamamıza rağmen otel bulmak kolay oldu.
Ortalama gecelik oda kahvaltı 55-65 Avroya kaldık.
Yemekleri de Türkiye’ye göre uygundu.
Dört kişi 40 Avroya doyuyorduk.
Alkollü içecekler marketlerde ucuz ama mekanlarda biraz pahalı.
Hiç alışveriş yapmadık.
İnsanları oldukça samimiydi.
Hani Cem Yılmaz’ın bir parodisinde geçiyor ya; ‘Amerika’ya gittim ayol o ne öyle her yer Türk kaynıyor’ diye.
Balkanlarda da gerçekten gezenler, yiyenler içenlerin çoğunluğu Türk’tü.
Üstelik adamların çok umurunda değildi bize turist gelsin diye.
Çünkü az nüfus, çok doğa, eşsiz güzellikler, su bol.
Ve bizdeki panik buralarda hiç yoktu.
Çok mütevazi hayat yaşıyorlar.
20-30 yaşında arabalar.
Evlerde abartılı lüks yok.
Mekanlar da öyle.
Adamlar sadece ve sadece insan gibi yaşamaya programlanmışlar.

Kosova, Makedonya, Arnavutluk ve Karadağ...
Yedi gün süren bu yolculuk bana gösterdi ki Balkanlar yalnızca coğrafi bir bölge değil, aynı zamanda tarihin ve kültürün bir arada yaşadığı mozaik. Her ülke kendi hikâyesini anlatıyor, ama hepsi ortak bir hafızaya dokunuyor. 
Döndüğümde yanımızda yalnızca fotoğraflar değil, aynı zamanda bu coğrafyanın bize kattığı bir aidiyet duygusu da vardı.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *