
Başarı mı ölçüsüzlük mü?

Bu yıl açıklanan LGS sonuçlarında yine dikkat çeken bir tablo ortaya çıktı. Tam puan alan öğrenci sayısındaki artış, kamuoyunda hem sevinç hem de endişeyle karşılandı. Bir yandan çocuklarımızın başarılarıyla gururlanıyoruz, diğer yandan “Bu kadar çok tam puan alan öğrenci olması, sınavın seçiciliğini ve eğitimdeki kaliteyi sorgulatmıyor mu?” diye düşünmeden edemiyoruz.
Geçtiğimiz yıllarda birkaç yüz öğrenciyle sınırlı kalan tam puan başarıları, son yıllarda binleri bulmaya başladı. Elbette bu durumun ardında pandemi sonrası yoğun hazırlık süreçleri, özel ders ve kursların etkisi, test çözme tekniklerindeki ilerleme gibi pek çok neden var. Ancak asıl mesele, tam puan alan onca öğrencinin hepsinin aynı liselere yerleşemeyecek olması. 500 tam puan alan öğrenci var ama kontenjan 100 ise, diğer 400’ü neye göre sıralayacağız? Bu durumda akademik başarı eşitlenirken, öğrencileri ayıracak başka ölçütler devreye giriyor: Mülakat, proje, sosyal beceri, belki de şans. Oysa sınavın amacı en başta adil bir ayrıştırma yapabilmek değil miydi?
Ayrıca bu tablo, eğitimde ezberci ve test odaklı yaklaşımın daha da kökleştiğini gösteriyor. Fen lisesi ya da nitelikli Anadolu liselerine girmek için matematik ve fen bilimlerinden tam skor yapmak zorunda kalan çocuklar, ne yazık ki sanat, spor, edebiyat, felsefe gibi alanlara vakit ayıramıyor. “Başarı” kavramı tek bir skora indirgeniyor. Halbuki yaşamda başarının tek ölçüsü sınav değil; iletişim, yaratıcılık, sorumluluk, ekip çalışması gibi nitelikler çok daha önemli. Fakat mevcut sistem, bu değerleri ikinci plana itiyor.
Bu yüzden LGS sınavında tam puan alan öğrenci sayısının çokluğu, başlı başına bir başarı göstergesi değil, aksine eğitim sistemimizin katılığına, sınav merkezliliğine ve seçicilik sorununa ayna tutuyor. Öğrencilerimizi tebrik ediyoruz; çünkü onlar ellerinden geleni yaptılar. Ama aynı zamanda biliyoruz ki, asıl sorumluluk onlarca tam puan alan çocuğa “hepinizi alabilecek nitelikli okul” yaratamayan sistemde. Artık eğitim politikalarının, yalnızca “kağıt üstü başarıları” değil, her bir çocuğun farklı potansiyelini ortaya çıkaracak alternatif modelleri de gündemine alması gerekiyor.
Sonuçta, başarı sadece tam puan değil, kendini tanıyan, güçlü yönlerini geliştiren, topluma katkı sunabilen bireyler yetiştirebilmektir. Ve bu sınav sistemi, bize tam olarak bunu veriyor mu, bir kez daha düşünmeliyiz.