Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Açık
14°
Ara

Bak şu koçun yaptığına!

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Bak şu koçun yaptığına!

Kurban Bayramı deyince çoğu insanın aklına et, mangal, kavurma gelir… Ama bizim bu seneki bayram sabahı "Survivor: Karamandere Edition" olarak tarihe geçti. Vallahi hâlâ dizlerimde derman yok, vücudumun bir çok yeri dikenlerden ve dallardan ötürü yarık ve çiziklerle dolu ama yaşadıklarımız öyle film gibi ki anlatmazsam çatlayacağım.

Kurbanlık koçları aldık, “tamam” dedik, “ Namazdan hemen sonra keser, 8.00 gibi işimizi bitiririz" dedik. Dedik te ne bilelim o koçların aslında aksiyon filmlerinde dublörlük yapmış olduklarını… Meğerse bizim koçlar evcil değil, "evcilleştirilmemiş efsanevi doğa canlıları"ymış. Bunlar kaçınca ben ve oğlum Ata, bir anda doğa belgeselinin başrolüne dönüştük. Tek eksik David Attenborough’un sesi.

Karamandere tarafında salıverdik hayvanları, ama bu “salıvermek” fiili bizim kontrolümüzde olmadı. İp çözüldü mü, hop! Koçlar, "Biz dağa çıkıyoruz, Allah’a emanet" diye basıp gittiler. Biz arkasından bakakaldık. Sonra refleksle biz de koştuk. Nereye mi? Yokuş yukarı, dikenlerin içine, taşların üstüne, her bir orman canlısına "merhaba" deme pahasına!

Bir ara ormanın derinliklerindeyiz “Oğlum konum aç ve konumu annenlere gönder" dedim. İşte o an bir eyvah sesi çıktı ta bağrımızdan. O telaş ile ikimizde telefonları almamışız ya. Dedik ki: “Bu ikimizden biri belgesel olacak, diğeri efsane.” İlk koçu bir çalılıkta kısa mesafede yakaladık. Ama ne yakalamak. Bildiğin aslanın avını yakalaması gibi üstüne atlamışım. İlk yaraları orda aldım. Yatırdık yere bağladık. Ama neyse ki ilk galibiyet bizden yana oldu.

İkinci koç? Hah, o tam bir Rocky Balboa çıktı. Yokuş yukarı depar atıyor. Ben peşinde, nefes nefese. Kalp atışlarım 180, tansiyonum 19’a 23. Hatta o an düşündüm: “Acaba bu hayvanı bıraksam da gitsin, yok ya kurda, çakala yem olur” diyorum ve tam vazgeçiyorum. Bırak gitsin nereye giderse diyorum. Ordan yüksek bir " Meeeee" sesi. Haydi, bir daha koşturmaca. Bir kaç sefer böyle düşünüyorum, bana dalların arasından bakıp " hadi, hadi, yakalayamaz ki" dercesine bakıyor. İki sefer üzerine atlıyorum, yok arkadaş. Beni bile yerlerde dalların üzerinde sürüklüyor. Oğlum Ata ile sık sık birbirimize sesleniyoruz. Oğlum bile nefes nefese. Baba olarak içim gidiyor. Dedim ya habere sesleniyorum. Orman sonuçta burası. Yolunu kaybettin. Bir anda tersin, düzün birbirine girdi mi yandın. Zaten telefon da yok yanımızda. Ama pes etmek yok. Dedim ya, ben bu işi ya yapacağım ya da yokuşun başında baygın bulunacağım. Neyse ki kısa meşeliklerin arasında bir anda geçiş yapmadığı bir an oldu. İşte şimdi deyip, çok şükür, bayılmadan, bizim dağ keçisi genleri taşıyan koç efendinin kendisini enseledim.

Ormanda kaç km koşturduk bilmiyorum ama, köyden gelenlerin hepsi " sizde ne efor varmış, helal olsun" dediler. Ama şunu belirtmekte fayda var. Koç efendiyi yakaladık ta, neyle bağlayacaksın? İnanır mısınız ayakkabı bağcığımı söküp onla bağladım ayaklarını. Sonrası da büyük macera aslında. Ormandan ana yola nasıl taşırsın ki diye düşünürken, eşimin dayılarından Allah razı olsun onlar çıkıp geldiler. Sesime gel diye bağırdıktan aşağı yukarı yarım saat, 45 dakika gibi bir süre sonra ulaştılar bize. Allah'tan tek duam şu ki ne oğlum ormanda kayboldu, ne de ölümcül derecede yaralanmamız oldu. Bir kaç derin yarık ve çiziklerim var ama buna da şükür. İddia ediyorum, kolumda andorid saatim takılı olsa beni spor şampiyonu ilan ederdi o gün. Neyse Koçları köye geri getirdik, bir yandan ter içindeyiz, bir yandan birbirimize bakıp kahkahaya boğuluyoruz oğlum Ata'yla. Ama koçlar? Onlar hâlâ sinirli. Haksız da sayılmazlar. Hem doğaya karıştılar hem geri geldiler, bir de üstüne…

Evet… Sonunda ikisini de kestim. Ne yaşandıysa yaşandı, kurbanlar yerini buldu. Etler ulaşması gereken yerlerde ve azda. olsa dolapta, ama bacaklar hâlâ titrekte. Bu bayramda ne öğrendik?

1. Kurban koçu seçerken mutlaka “dağ keçiliği” özelliği olup olmadığı sorulmalı.


2. Karamandere ormanları Google Maps’te görünmeyebilir ama kalpte iz bırakır.


3. Koçu yakalamak kolay değil; yakalarsan da hakkını ver, dürümünü ye.

Ve son olarak, bu satırları yazarken hâlâ yatıyorum. Her yerimde ağrı var. Yaralarımın haddi hesabı yok. Yani bu yazı sadece bir anı değil, aynı zamanda kas spazmının eseridir.

 

Saygılar, dağlardan gelen gazeteci;

 

Bahadır Sügür.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *