Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Parçalı bulutlu
12°
Ara

Aydınlığın kıvılcımları

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Aydınlığın kıvılcımları

Cumhuriyeti gençlerimizden de dinleyelim.

Resmi bayramlarımızda köşemi gençlere ayırma geleneğim sürüyor.

Zeynep ilk defa bu köşeden 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda yazdığında henüz 12 yaşındaydı.

Şimdilerde genç kız oldu.

Zeynep Nisan Kırcaoğlu, Saint Benoit Fransız Lisesi/ 9. sınıf öğrencisi artık.

Maşallah önünde uzun ve güzel bir ömür var Zeynep’in.

Zeynep; Cumhuriyet’e çok şey borçlu olduğunu biliyor.

Türkiye’nin kıymetini biliyor.

Kendisine güveniyor.

Yarının çok özel ve başarılı bir bireyi olacağından emin.

Buyurun bugüne özel, yani 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’na özel yazdığı mükemmel yazısını okuyun, bana hak vereceksiniz.

Tebrikler Zeynep, sizler Cumhuriyet’e, bizler de sizin gibi Gençlere güveniyoruz.


*

‘Kurtuluş Savaşı…

Bir milletin yeniden doğuş destanı.

Yokluk içinde, yorgun, yoksul ama onurlu bir halkın; bağımsızlık uğruna verdiği büyük mücadelenin adıydı. Anadolu’nun her köşesi bir cepheydi. Her evde bir evlat gitmiş, her sokakta bir umut tükenmişti. Fakat küllerinden doğmayı bilen bir milletin yüreğinde sönmeyen bir ateş vardı. O ateşin adı Cumhuriyet oldu.

Cumhuriyet, sadece bir yönetim biçimi değildi; bir dirilişti, bir çağ değişimiydi.

Mustafa Kemal Atatürk, savaşın ardından artık başka bir mücadeleye hazırlanıyordu: Cehaletle savaş.

Düşman yenilmişti, ama zihinleri özgür kılmak gerekiyordu. Çünkü o biliyordu ki, “asıl zafer ilimde, fende, sanatta” kazanılacaktı.

Tevfik Fikret…

1910'da henüz 16 yaşındaki biricik oğlunu İskoçya'ya öğrenime gönderirken, umudu oğlunun “Yarının inkılap ordusunda çarpışacak kahramanlardan “olmasıydı. Duygulu baba, evlat özlemini gizleyerek, gençlerden vatanı yükseltecek atılımlarında bulunmak, cihanı aydınlatan nuru Türkiye'ye taşımak gibi ideallerine sarılmasını ister.

Devrimin lideri Atatürk de bu noktada:’’En mühim en esaslı nokta eğitim meselesidir. Eğitimdir ki, bir milleti ya hür, müstakil, şanlı yüksek bir cemiyet halinde yaşatır, ya da bir milleti esaret ve sefalete terk eder’’ dedikten sonra ekler:’’ 

Bazı şeyler vardır ki bir kanunla, bir emirle, bir düdük çalarak düzeltilebilir. Ama bazı şeyler vardır ki, kanunla, emirle, milletçe omuz omuza boğuştuğumuz halde düzelmezler. Fesi atar şapkayı giyer adam, ama alnında fesin izi vardır. Siz sarıkla gezmeyi yasaklarsınız. Kimse sarıkla dolaşmaz. Ama bazı insanların başındaki görünmeyen sarıkları yok edemezsiniz. Çünkü onlar zihniyetin içindedir. Zihniyet, binlerce yılın birikimidir. O birikimi bir anda yok edemezsiniz; boğuşursunuz onunla sadece...Yeni bir zihniyet, yeni bir etik yerleştirinceye kadar boğuşursunuz onunla ve sonunda muvaffak olursunuz.’’ sözleriyle eğitim konusundaki hassasiyetini vurgulamıştı.

İşte o yüzden, Cumhuriyet’in ilk yıllarında eğitim seferberliği başladı.

Okullar açıldı, okuma-yazma öğretildi, bilimin ışığı Anadolu’nun her köşesine taşındı.

Ama Atatürk’ün hedefi yalnızca içerideki eğitimi geliştirmek değildi; o, dünyanın bilgi birikiminden de faydalanmak istiyordu.

Bu amaçla, Osmanlı’dan devralınan bir geleneği daha ileriye taşıdı: Yurt dışına öğrenci göndermek.

Osmanlı’nın son dönemlerinde de yurt dışına giden gençler olmuştu.

Dar imkanlarla, kimi zaman borçla, kimi zaman devlet desteğiyle Avrupa’ya gidip mühendislik, tıp, hukuk, edebiyat gibi alanlarda eğitim alan bu gençler, döndüklerinde ülkeye bilgi ve vizyon kazandırmışlardı.

Cumhuriyet döneminde ise bu hareket, sistemli bir hale getirildi.

Belirli sınavlarla seçilen parlak öğrenciler, Fransa, Almanya, İngiltere gibi ülkelerde öğrenim görmek üzere gönderilmeye başlandı.

Onlardan beklenti büyüktü. Çünkü Atatürk’ün söylediği gibi, “Bir kıvılcım olarak gidecek, bir ateş olarak döneceklerdi.”

Bu yazıyı yazarken ilk aklıma gelen isim, daha önce yazılarımda kendisini kaleme aldığım Türkiye’nin İlk Kadın Astronomu Prof Dr. Nüzhet Gökdoğan oldu. Mustafa Kemal Atatürk’ün emri ile Matematik-Fizik lisans eğitimi görmek üzere Fransa’nın Clermont-Ferrand şehrine gönderilen Nüzhet Gökdoğan ise dünyada ve Türkiyede bir çok astronomun yetişmesinde, astronomi biliminin bugüne gelmesinde emeği çok büyük olan asla unutulmaması gereken bir bilim insanıdır.

Fransa'da eğitimi bittikten sonra yapılan tekliflere rağmen, Türkiye’ye dönmeyi tercih eden Gökdoğan bu teklifi bu millete bir borcu olduğunu düşünerek “Biz Atatürk gençliğiydik. Bizim bu millete yapacak hizmetimiz olduğunu biliyorduk. O hizmet için gittik biz.” diyerek açıklamış. Fransızlara da “Ben altı senedir buradayım. Altı senedir devlet beni okutuyor ve bekliyor. Siz altı senelik saati geri alabilir misiniz?” demiştir.

Atatürk’ün “Sizi birer kıvılcım olarak gönderiyorum, alevler olarak geri dönmelisiniz.” diyerek bahsettiği kıvılcımlardan olan Gökdoğan, Avrupa’da aldığı eğitimi ve donanımı ülkesine faydalı olmak üzere kullanmak istemiştir.

Bu gençler, Türkiye’nin Türk Promehte’leri yani “Cumhuriyet’in Öğrencileri” oldular. Yunan mitolojisine göre Prometheus insanlığa ateşi armağan etmişti.

Bu gençler de tıpkı Prometheus gibi medeniyetin yükseldiği ülkelere giderek oradaki bilimi, aklı ve çağdaşlığın ateşini meşalelerine alıp yurdun dört bir yanına yaydılar.

Bugün imkanlarımız çok daha fazla.

Ulaşım kolay, teknoloji elimizin altında, dünya bilgiyle iç içe.

Artık sadece birkaç öğrenci değil, binlercesi dünyanın en iyi üniversitelerinde okuyabiliyor.

Cumhuriyet bize bir hazine bıraktı: Aydınlanma inancı.

İşte o inancı yaşatmanın yolu, eğitimdir, ilimdir, çalışmaktır.

Atatürk’ün o büyük vizyonunu bugün de hatırlamak gerekir:

“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.”

Ve o ışığı yakan Türk Promethelerin yolundan giden her genç, Cumhuriyet’in sonsuza dek yanacak meşalesidir.’

Zeynep Nisan Kırcaoğlu

Saint Benoit Fransız Lisesi 9. sınıf öğrencisi

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *