27 Ocak tarihinden beri Silivri Cezaevi'nde tutuklu bulunan menajer Ayşe Barım, cezaevinden verdiği ilk röportajda sağlık durumu hakkında merak edilenleri yanıtladı. Sektöre dair çarpıcı açıklamalarda bulundu. Barım'ın ikinci duruşması 30 Eylül'de gerçekleşecek.
"Yüksek ölüm riskim var"
İstanbul Tabip Odası tarafından ‘ani ölüm riski’ taşıdığı açıklanan Barım, sağlığıyla ilgili sorulara yanıt verdi: “Cezaevi sürecinde ne yazık ki kalp rahatsızlıklarım kontrolden çıktı. İlaçların dozajı arttırılsa da durum daha da kötüye gitti. Dört ay önce bayılmalarım başladı. Dört ayda yedi kere bayıldım. Tıbbi adıyla bu durum ‘senkop’ olarak tanımlanıyor. Bu bahsettiğim yedi bayılmanın sonuncusunda yere düşerken kafamı çarpmışım ve revirde müşahede altına alındım. Sağlık sorunlarım yalnızca kalp hastalığı ile sınırlı değil. Beynimde 10 yıl öncesinde oluşan anevrizmaya karşı takılmış iki stent var. Son hastane raporuna göre beynimde yeni bir anevrizma daha oluşmuş ve bu yeni anevrizma mevcut iki stente çok yakın bir noktadaymış. Yani kanarsa geri dönülmesi imkânsız. Tedavi riskli olduğu için de diğer stentleri uygulayan doktorumun tedaviyi gerçekleştirmesi gerekiyor. Hatta bu işlem yapılırken açık beyin ameliyatına bile dönülebilir. Çok tehlikeli olabilecek bu ameliyatları şu durumda olmama imkân yok. Çünkü sağlığım çok kötü durumda, nefes alamıyorum, uyku apnem zorluyor. Vücudum şu an çok güçsüz olduğu için bu iki ameliyata bu şartlarda dayanabileceğini düşünmüyorum. Ayrıca bu iki ameliyat sonrası nekahet dönemini cezaevi şartlarında geçirmem imkânsız. Kaygı bozukluğu ve oluşan panik ataklar her iki hastalığı da tetikliyormuş. Yani vücudumda bir nevi iki ayrı patlamaya hazır bomba var. Dolayısıyla da iki açıdan da yüksek ölüm riskiyle karşı karşıyayım. Bu kaygı içinde olmamın temel nedeni ise burada bu hastalıklara müdahale şansı yok. Kampüs hastanesinde ne nörolog ne de kardiyolog var. En yakın tam teşekkülü devlet hastanesi 1,5 saat uzaklıkta. Yani kurtulmam imkânsız. Tabii bu korku ile yaşamaya çalışmak da korkunç. Tek isteğim sağlıklı yaşam hakkımın verilmesi."

“Büyük bir mağduriyet yaşıyorum”
Kendisine yöneltilen suçlamaların kanıtsız olduğunu söyleyen Barım: “İlk gözaltına alındığımda ne olduğunu anlayamadım. Beni bir sabaha karşı saat 05.00’te almaya geldiler ve gözaltına alınma gerekçesi olarak ‘TCK 312. maddeyi söylediler. Ben o anda bu kanunun kapsamını dahi bilmiyordum. Bana isnat edilen suçun içeriğini ancak nezaretteki ilk avukat görüşünde öğrenebildim. Ben tek başına var olmuş, kendi halinde bir kadınım. Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ‘cebren ve şiddet ile ortadan kaldırmaya’ çalıştığım hangi gerekçeyle, hangi kanıtla iddia edilebilir Gezi’ye sadece bir kez, basın orada olduğu için o tarihte bizimle çalışan oyuncularımın yanında bulunmak üzere gitmiştim. 15 gün sonra diziler bitince de tatile çıkmıştım. Bunların hepsi kanıtlı. Ama bana isnat edilen suçların ne kanıtı var ne tanığı. Dokuz aydır bir itibarsızlaştırma kampanyasının ve türlü iftiranın hedefinde büyük bir mağduriyet yaşıyorum.” ifadelerini kullandı.
“Osman Kavala ile Gezi'den önce tanışmıyordum”
Osman Kavala ile telefon görüşmeleri yaptığı iddialarına da yanıt veren Ayşe Barım, “Osman Kavala ile Gezi’den önce ve sırasında tanışmıyordum. Gezi’den tam bir yıl sonra yönetmen Fatih Akın vasıtasıyla tanıştım. Kendisi de zaten hatırlattığın gibi sosyal medyasından bunu teyit etti. Fatih'in 2013'te çektiği The Cut filminin dünya lansmanı 2014 Venedik Film Festivali'nde yapılacaktı. Türkiye lansmanı ise aralık 2014'te İstanbul'da olacaktı. Duvara Karşı filminden beri Fatih'in Türkiye’de tüm filmlerinin tanıtım çalışmalarını yürüttüm. Fatih, The Cut filminin Türkiye tanıtımının Osman Kavala'nın sahibi olduğu bir mekânda yapılmasına karar vermişti. Bu nedenle Osman Kavala ile Haziran 2014 ile Aralık 2014 arası sadece film için görüştük. Bu da tüm HTS kayıtlarında var. Aralık 2014 tarihinden sonra da hiç görüşmedim. Bu da kayıtlarla sabit. Osman Kavala da ben tutuklandığımda bu gerçeği teyit etti.” dedi.
"Memet Ali Alabora'ya ‘bunu yapmasanız keşke’ dedim"
Oyuncuları Gezi protestolarına yönlendirdiği iddialarını da reddeden Barım, İlk duruşmamdaki ifademde de net olarak belirttiğim gibi, Memet Ali Alabora o dönem Oyuncular Sendikası’nın başkanlığını yapıyordu. Ve attığı bir tweet yüzünden büyük bir saldırı altındaydı, tehdit ediliyordu. Sektörde bu konuyla ilgili açıklama yapmak isteyenler olduğunu hatırlıyorum. Oyunculara da bazı bildiriler ulaşıyordu. Bana da ulaşan söz konusu metni okuyunca demek ki açıklamanın imzalayanlara zarar vereceğini düşünmüşüm. Ben her konuda çok temkinli bir insanımdır; “Bunu yapmasanız keşke” diye fikrimi söylemişim. Fikrimi söylemek suç mu? Zaten daha sonra iddianamede başka insanların da açıklamayla ilgili konuşmaları yer alıyor. Okuyan herkes “Aman yapmayın” diyor. Sonra da o kişiler kendi aralarında yapmamaya karar veriyorlar. O dönemde konuşmalar kayıt altına alınmış, hiçbir suç unsuru olmadığı açık ve ben ne tanık ne şüpheli olarak geçmişteki dava süreçlerine yer almamışım. Neden şimdi bunu böyle yorumluyorlar? Bu değerlendirmelerin hangi gerekçelerle böyle yapıldığını anlamakta güçlük çekiyorum. Mevcut haliyle hukuki açıdan hiçbir açıklaması yok, diye düşünüyorum. Kaldı ki iddianamede yer alan iddialar tamamen yorumdan ibarettir. Ben hiçbir oyuncuyu Gezi Parkı’na da başka bir yere de yönlendirmedim. Ben hiçbir oluşum içerisinde hiçbir zaman olmadım. Sosyal medya paylaşımlarına teşvik etmedim. Neden ben hedefim, anlamıyorum." dedi.
“Sektör bana sahip çıkmadı”
O kadar büyük bir hayal kırıklığı yaşadım ki… Burada bir de bunun yasımı yaşıyorum. Çalıştığım birçok yapımcıya “Lütfen bir açıklama yapın, oyuncuları kimin seçtiğini, dizilerin patronunun kim olduğunu söyleyin” dedim. Ama iki yapımcı dışında -onlara gerçek tabloyu çizdikleri için teşekkür ederim- kimse karışmak istemedi. Bana sahip çıkmadılar, bunu ömrüm boyunca unutmayacağım. Korksam da benim vicdanım asla elvermezdi. Oyuncular ise destek olmaya çalıştıkça bu kimliği belirsiz trol hesaplarca linç edildiler. Sonra da beni yalnız bırakmakla suçlandılar. Ben önce tekelleşme iddiasıyla sosyal medyanın linç kültürünü acı şekilde yaşadım. On gün sonra ise bir anda bu suçlamalar aynı trol hesaplarınca Gezi provokatörlüğüne çevrildi. Sonrasını zaten biliyorsun. Düşünsenize ben 240 gündür tutukluyum. Ama bazen “Bu sessizlik, mağduriyetime yer açmış olabilir mi?” diye de düşünmeden edemiyorum." ifadelerini kullandı.

“Burada ölmek istemiyorum”
Barım, hiçbir zaman bir siyasi duruşu olmadığını belirterek: “Sanatla, doğayla, hayvanlarla ilgili biriyim. Siyasetin hiçbir zaman içinde olmadım, olmayacağım. Kendini sıfırdan yetiştirmiş tek başına bir kadın olarak mesleğimle ve kendimle gurur duyuyorum. Onurumun, itibarım, bunca yıllık emeğimin, dürüstlüğümün, ülkeme bağlılığımın, sevgimin ve her şeyden önemlisi masumiyetimin bu şekilde ayaklar altta alınmasına ve yok sayılmasına razı değilim. Haksız yere atılan iftiralar sonucunda buradayım. Hayatım tehlikede olmasına rağmen her itirazım reddedildi. Ne için? Tekrar ediyorum, benim hiçbir zaman siyasi duruşum olmadı ve olmayacak. Ben sadece özgürce yaşamak istiyorum ve burada ölmek istemiyorum.” ifadelerini kullandı.